EDEBİYAT KÜLTÜR-SANAT 

HAZİNELERİNİ KALPLERİNDE TAŞIYAN CESUR BİR HALK / HOBBİTLER

Bir şey bulmak istiyorsan aramak gibisi yoktur. Aradığında çoğu zaman bir şey bulduğun doğrudur ama bu her zaman peşinde olduğun şey değildir.” – J. R. R. Tolkien, Hobbit

Yaşam, içinde sonsuz olasılığın olduğu, her durağında bambaşka mucizelerin saklı durduğu hiç bitmeyen bir yolculuk… Kimimiz bu yolculuğa çok erken yaşta başlıyoruz ve yolumuzun üstündeki her durakta bambaşka versiyonlarımız ile karşılaşıyoruz. Kimimiz ise içimizdeki korkular yüzünden ya da çevremizin ayağımıza ve ruhumuza vurduğu prangalar nedeniyle olduğumuz yerde hapsolmaya mecbur bırakılıyoruz. Oysaki her benlik; ister bugün ister yarın olsun, sonu kendine varacak bir yolculuğu deneyimlemek zorundadır, aksi takdirde yanlış toprakta büyümeye çalışan ama asla dallanıp çiçeklenemeyen bir ağaç gibi yitip gider.

Bir de okuduğu her satırda, gördüğü her yüzde, gezindiği her coğrafyada yeni yaratımlara yolculuk yapabilen insanlar vardır ve onların hayal güçlerinin tüm sınırlarını aşarak yaptıkları bu yolculuklar, başkalarının kendi maceralarının peşinden gidecek cesareti bulmalarını sağlayacak ve onlara içinde gezinmeleri asla bitmeyecek yepyeni dünyaların kapısını açacaktır.

Yazdığı hikâye ve romanlarla fantastik-epik edebiyatın kurucusu kabul edilen ve özenle kurguladığı “Orta Dünya” yaratımı ile kendisinden sonra gelen birçok fantastik yazarın hayal gücüne ve kalemine ilham veren John Ronald Reuel Tolkien’in hem fantastik-epik edebiyata hem de beyazperdeye kazandırdığı çok özel karakterlerden ve halklardan biri olan Hobbitler’in doğum günlerini kutladığımız, Orta Dünya için çok önemli olan günlerden geçerken bu yazım sizlere küçük oyuklarında küçük bir hayat yaşadığı sanılan Hobbitler’in yüreklerinin ve cesaretlerinin büyüklüğünü anlatacak.

Oturup kafası neredeyse patlayana kadar düşündü ama aklına hiçbir parlak fikir gelmedi.” (J. R. R. Tolkien, Hobbit)

– John Ronald Reuel Tolkien –

TEK BİR CÜMLEYLE BAŞLAYAN BÜYÜK BİR HİKÂYE

Hobbit’ kitabı ilk yayınlandığında tarihler 21 Eylül 1937’yi gösteriyordu ama Tolkien’in hayal gücünün süzgecinden dökülen bu hikâyeye karşı hiç umudu yoktu. Görünüşleri, yaşayışları, kişilikleri ve dünyaları oldukça farklı olan Hobbitler’in okur tarafından çok çabuk şekilde kabul göreceğini hiç düşünmüyordu.  Oysaki Hobbitler tek bir anın ya da kısa bir sürecin ürünü değildi. Hobbitler, Tolkien’in aklında bir sınav sabahında belirivermişti ve Tolkien bu küçük dostlarıyla tam yedi yıl boyunca bıkıp usanmadan zaman geçirmiş, onları kaleme alırken onlarla ilgili hiçbir detayı atlamamıştı ve yazdığı her satırın emek emek işlediği her karakterin ileride büyük bir evrene dönüşeceğini henüz kendisi de bilmiyordu.

‘Hobbit’in başlangıcına dair tek hatırladığım, çocuklu züğürt akademisyenlerin mecbur kaldığı yıllık bitirme sınavı okuma görevinin sonsuz bitkinliği içinde oturuyor oluşum. Boş bir kâğıdın üzerine şu sözleri karaladım: ‘Topraktaki bir oyukta bir Hobbit yaşardı.’ Bunu neden yaptığımı bilmiyordum, hâlâ da bilmiyorum. Uzun süre bununla ilgili hiçbir şey yapmadım ve yıllarca Thror’un haritasından daha ileri gidemedim. Ama 1930’un başlarında ‘Hobbit’ halini aldı.” (J. R. R. Tolkien, W. H. Auden’a Mektuplar)

HİKÂYELERİN GÜCÜNE İNANAN BİR BABA

Tolkien, 1925’ten 1945 yılına kadar büyük bir özveri ve çalışma disiplini ile yürüttüğü Oxford Üniversitesi’ndeki “Rawlinson ve Bosworth Anglosakson Profesörlüğü” dışında 1624 yılında İskoçya Kralı I. James tarafından kurulan ve daha sonraları Oxford Üniversitesi’nin kolejlerinden biri haline gelen Pembroke Koleji’nin de asil üyelerinden biriydi. Bu kolejde de Anglosakson diline dair birçok çalışmaya destek oluyor, kolejdeki geleceği parlak öğrencileri Anglosakson dil bilimine ve edebiyatına kazandırmaya çalışıyordu. Akademik çalışmalar ve peş peşe gelen sınav süreçleriyle yorulan Tolkien için en güzel dinlenme, çok sevdiği evlatlarına evlerindeki küçük çalışma odasındaki şöminenin etrafında anlattığı hikâyelerle geçen saatlerdi. Tolkien’in çocuklarına anlattığı hikâyeler, kendi aklından dile dökülen hikâyelerdi. Tolkien, soğuk bir kış akşamı yine çocuklarını etrafına topladı ve onlara tüylü ayakları olan küçük bir varlık hakkında oldukça uzun bir hikâye yazacağını söyledi. Çocuklarına bu küçük varlıkların adı ne olsun diye sordu ama bu sorunun cevabını onlara bırakmadan kendisi verdi. “Onların adı Hobbit olmalı” dedi. Hobbitler’in ismini belirlediği zaman dilimi 1929 kışıydı, bu ilk ilhamın ve aydınlanmanın tesiriyle okuduğu sınav kâğıdının boşluğuna yazdığı satırlar da 1930 yılının başlarına denk geliyordu. Tolkien, hafızasında şekillenen bu küçük parçalarla büyük bir hikâyenin tuğlalarını örmek üzereydi.

Kim yumuşak yüreklerimizden ve hoş rüyalarımızdan faydalandı?” (J. R. R. Tolkien, Hobbit)

YARIM KALMIŞLIKLARIYLA ÜMİTSİZCE TAMAMLANMAYI BEKLEYEN HOBBİTLER

Tolkien, ilerleyen her yeni günde Hobbitler’in başka bir formuyla karşılaşıyordu ve tüm bu formları artık daktilo etmeye hazırdı ama Hobbit’ten bambaşka bir hikâye olan Silmarillion beynini çok fazla meşgul ediyordu. Silmarillion, Tolkien’in yarattığı dünyanın ilk çağını anlatıyordu ve içindeki detaylar Tolkien’in vaktini fazlasıyla alıyordu. Yarım kalmışlığıyla çalışma masasında ümitsizce bekleyen Hobbit’e tekrar döndüğünde ise Tolkien’in aklına hiçbir şey gelmiyordu, saatler geçirdiği masada sadece Hobbit evreninin altın ve mücevher hastalığına yakalanmış kötü kalpli ejderhası Smaug’un ölümünü anlattığı pasajı satırlara dökebilmişti. Hobbitler’i tekrar masanın üzerinde bıraktı ve dünyanın ilk çağıyla birlikte anılacak kadim günleri yazmaya başladı. Kadim günlerin yaratım süreci Tolkien’in uzun yıllar tesirine kapıldığı mitoloji ile büyük bağlantılar taşıyordu. Silmarillion ve kadim günler hikâyesi Tolkien’in daktilosundan taşıp giderken Hobbit’in bazı bölümlerini okumasını istediği arkadaşları, bu bölümleri dönemin en önemli yayınevlerinden biri olan George Allen & Unwin Ltd. yayınevindeki kişilere yolladı. Okudukları bölümler karşısında büyük bir heyecana kapılan yayınevi görevlileri, Tolkien ile yaptıkları uzun yazışmalardan sonra Tolkien’e Hobbitler’ine geri dönecek ilhamı ve gücü verdi, sonunda ‘Hobbit’ kitabı tüm parçaların sağladığı eşsiz bir bütünlükle tamamlanmış oldu.

Ey serveti hesapsız, Smaug, başarının sana acı düşmanlar kazandırdığının farkında olmalısın!” (J. R. R. Tolkien, Hobbit)

GÜVENLİ BİR PERİ DİYARI HİÇBİR DÜNYAYI HAKKIYLA YANSITMAZ

Hobbit’ kitabı yayınlandıktan kısa süre sonra yayıncı Stanley Unwin, Tolkien’e Hobbitler’in hikâyesinin kaldığı yerden devam etmesi gerektiğini, okurun bu küçük canlılarla yeniden buluşmak isteme heyecanı içinde olduğunu söyler. Tolkien ise bu konuda oldukça kaygılıdır; çünkü Hobbitler’i için yazacak ve anlatacak başka bir hikâyesi kalmamıştır. O, yarattığı bu küçük fantastik karakterlerden çok; onların istemsizce dâhil olduğu dünya hakkında daha çok şey anlatmayı düşünür. ‘Hobbit’i okurken tanıştığımız gri büyücü Gandalf ve ölüm büyücüsü hakkında daha detaylı hikâyeler yazmaya başlar ve Hobbit evrenindeki o aydınlık tema yerini karanlığa bırakır; çünkü Tolkien’e göre güvenli ve konforlu olan hiçbir peri diyarı gerçek dünyayı hakkıyla ve doğru şekilde yansıtmaz. Sınır tanımayan hayal gücüne gerçeğin zehirli oklarını ve karanlık manzaralarını da ekler. Karanlığın ve kötülüğün vücut bulmuş hali olarak ölüm büyücüsü Sauron dökülür ilk olarak satırlara, sonra da kalpsizlikleri ve akılsızlıkları ile hafızalarımıza yer edinecek olan Orglar ve kuzeyli goblinler kendilerini göstermeye başlarlar. Tolkien, bu yeni karakterleri ve hikâyeleri Hobbit evreni ile birleştirir ve Hobbitler ile ilgili yeni bir öykünün girişini yazmaya başlar. Bir Hobbit öyküsü olarak başlayan bu satırlar, ‘Yüzüklerin Efendisi’ serisinin ilk kitabı olan ‘Yüzük Kardeşliği’nin ilk sayfaları olur ve Tolkien; kusursuzca birleştirdiği bu iki evrenle fantastik-epik edebiyatın kapılarını bir daha asla kapanmayacak şekilde okurlarına açar.

Savaşları anlatan bir sürü şarkı dinlediğinde yenilginin de şanlı olabileceğini anlamıştı.” (J. R. R. Tolkien, Hobbit)

‘TOPRAKTAKİ BİR OYUKTA BİR HOBBİT YAŞARDI…’

Tolkien’in Orta Dünya’sında gezerken karşılaştığımız ilk halklardan biri olan Hobbitler, Orta Dünya’nın nadir bulunuşlarını koruyan kadim halklarından biridir. Boyları cücelerden daha kısadır ve huyları cücelere göre daha insancıldır. Sakalları yoktur, yüzleri ise boyları gibi küçük surettedir. Büyük ahali dedikleri insan ırkından uzak yaşamayı ve kendi halklarıyla bir arada olmayı seçen Hobbitler’in en kalabalık ve en gürültülü ortamlardan sessizce ve kimseye belli etmeden kaybolmaları dışında büyüyle ve sihirle bir ilişkileri yoktur. Yemek yemeyi sevdikleri için karın bölgeleri şişmeye pek müsait olan Hobbitler, buna rağmen çevik ve hızlı hareket edebilme yeteneğine sahiptirler.

Hobbitler’in hareketleri kadar kıyafetleri de canlıdır, onlar asla soluk renkte kıyafetler giymezler. Yeşil ve sarı renkteki kısa tunikler, gömlekler ve pantolonlar Hobbitler’in en sevdiği kıyafetlerdir. Hiçbir Hobbit’in ayağında bir ayakkabıya rastlamayız; çünkü ayaklarındaki kahverengi renkteki tüyler her yıl biraz daha sıklaşır, bu da Hobbitler’i yaşamlarına çıplak ayaklı bir şekilde devam etmeye mecbur bırakır. Ayaklarındaki bu sık ve kıvırcık tüyler saçlarıyla da paralellik gösterir. Hobbitler’in saçları gür ve canlıdır. Saçı olmayan bir Hobbit’e Hobbitler’in diyarında nadiren rastlanır.

Topraktaki bir oyukta bir Hobbit yaşardı. Solucan kuyruklarıyla ve sulu çamur kokusuyla dolu, iğrenç, pis bir oyuk değil; oturacak veya yemek yiyecek bir yeri olmayan kuru, çıplak, kumlu bir oyuk da değil: Bir hobbit kovuğuydu ve bu da konfor demekti.” (J. R. R. Tolkien, Hobbit)

KÜÇÜK AMA MARİFETLİ ELLER

Hobbit öyküsünün ana karakterleri olan Shirelı Hobbitler, hikâyenin geçtiği barış ve refah dolu günlerde mutluluk ve neşe içinde yaşayan bir halktı. Shirelı Hobbitler, sayısız sebze ve meyve ekebilecekleri kırlarla ve verimli topraklarla dolu yerlerde yaşamayı seviyorlardı. Bu Hobbitler’in neredeyse hepsinin bir toprağı vardı ve kendi ektikleri ürünlerle hem besleniyor hem de geçimlerini sağlıyorlardı. Hobbitler, alet kullanmada oldukça yetenekliydi. Bunun yanında bazı Hobbitler el dokuma tezgâhlarının başında da vakit geçirebiliyorlardı. Hobbitler’in sevmediği şeyler daha çok anlamadıkları şeyler olurdu, bu yüzden demirci körükleri, su değirmenleri ve karmaşık makineler Hobbitler’in ilgileri ve sevgileri dâhilinde olmazdı. Kıllı ayakları sebebiyle ayakkabılar da Hobbitler’e daima uzak gelirdi, bu yüzden Shire başta olmak üzere birçok Hobbit köyünde kunduracılık da hiç gelişmeyen zanaatlar arasındaydı. Uzun ve maharetleri parmakları sayesinde kullanışlı ve oldukça zarif birçok eşya yapabiliyorlardı, Hobbit kovuklarında gördüğümüz birçok masa ve sandalye de Hobbitler’in kendi elleriyle yaptıkları ürünlerdi. Topraktan sonra uğraşmayı en çok sevdikleri şey kesinlikle tahta ve odun parçalarıydı. Hobbitler hem çok iyi çiftçiler hem de çok iyi marangozlardı.

Bunlar kötü bir ahali değildir. Bir kusurları varsa yabancılara güvenmemeleridir.” (J. R. R. Tolkien, Hobbit)

HOBBİTLER’İN ORTA DÜNYA’DAKİ YERİ VE DEĞİŞMEZLİĞİ

Hobbitler, insanlara Orta Dünya’daki diğer halklardan olan cücelerden ve elflerden daha yakındır. Hatta Tolkien’in söylemlerine göre insanlar ve Hobbitler akrabalık ilişkisi taşır. Hobbitler de insanlarla aynı dili konuşabilmekte ve insanlarla aynı karakteristik özellikleri gösterebilmektedirler.

Hobbitler’in varlığını tam anlamıyla anlatan ve insanlarla olan yakınlıklarını kanıtlayacak nitelikte olan hiçbir belge ya da kayıt yoktur; çünkü Hobbitler’in varlığı eski günlere dayanır ve bu günlerle ilgili kayıtlarda sadece kendi ırklarını ve kendi üstünlüklerini anlatan elfler; Hobbitler’den hiç söz etmezler. Kendi köylerinde kendi yaşamlarıyla meşgul olan bu minik halkın varlığı meşhur Hobbitler’imiz Bilbo ve Frodo Baggins’in tüm Orta Dünya’nın kaderini değiştirecek yolculuklara adım atmaları ile görünür olmaya başlar.

Orta Dünya’da çağlar değişiyordu ama Hobbitler’in yaşamış olduğu bölgeler hep aynı kalıyordu. Bu bölgeler eski dünyanın kuzeybatısı ve denizin doğusuydu. Hobbitler, yaşadıkları bölgelerden çok, ait oldukları soylar hakkında derin bir öğrenme merakı taşıyorlardı. Bu yüzden Shire’a yerleşmeden önceki ikametleri hakkında kesin bir bilgi yoktu ama Orta Dünya’nın birçok halkı gibi Hobbitler de geçmişte batıya gitmişlerdi. Anduin’in yukarı vadilerinde bulunmuşlar, Koca Yeşilorman ve Dumanlı Dağlar arasında bir bölgede kalmışlardı. Gittikleri bölgelerde çoğalan insan ırkı ve Yeşilorman’ı karanlığa dönüştüren bir gölgenin varlığı onları Shire’a doğru gitmeye mecbur bırakmıştı…

Güneş giderek alçaldı ve umutlar azaldı. Küçük ay ufka doğru batmaktaydı. Kızıl bulutlardan bir kuşağa dönüp ortadan kayboldu.” (J. R. R. Tolkien, Hobbit)

Hobbitler’in en bilinen soyları Kılayaklar, Ülkenler ve Samanpostlular’dır.

Kılayaklar; esmer, normal Hobbitler’e göre daha küçük ve kısa, sakalsız Hobbitler’dir. Yüksek yerlerde ve dağ yamaçlarında yaşamayı seven Kılayaklar oldukça hünerlidir. Kılayaklar, dağ yamaçlarında yaşadıkları için cüceler ile çok yakındırlar. Batıya en önce gelen Hobbit soyu olan Kılayaklar, Hobbitler’in en kalabalık soyunu oluştururlar.

Nehir kıyılarında ve ovalarda yaşamayı seven Ülkenler ise Hobbitler’in en iri cüsseli ve en ağır yapılı soyudur. İnsanlara olan çekingen yaklaşımı ile bilinen Hobbitler’in bu huyu Ülkenler’de hiç görülmez, aksine Ülkenler, Ulu Nehir yakınlarında insanlar ile beraber yaşamış bir Hobbit soyudur.

Samanpostlular ise tüyleri ve ciltleri diğer Hobbitler’e göre daha açık renkte olduğu için bu adı almışlardı. Bir Hobbit’e göre daha uzun ve daha ince yapıda olan Samanpostlular ağaçlık ve ormanlık ülkelerde yaşamayı tercih etmişlerdi. Samanpostlular, Hobbitler’in sayısı en küçük olan soyuydu ve elflerle diğer soylara göre daha iyi geçiniyorlardı. Dilde ve müzikte çok gelişmişlerdi ve ormanda yaşamaları onları avcılıkta da üstün kılıyordu. Elf diyarı olan Ayrıkvadi’ye ilk ayak basan Hobbit soyu da yine Samanpostlular olmuştu.

Esaretinin iç karartıcılığına ve konumunun nahoşluğuna rağmen şansı tahmininden daha yaver gitmişti.

(J. R. R. Tolkien, Hobbit)

HOBBİT LİSANI VE BU LİSANIN KAYNAKLARI

Kadim zamanların ilk günlerinde Hobbitler yazıyı öğrenmişti. Hobbitler’i yazıyla tanıştıranlar ise elfler olmuştu. Hobbitler yazıyı Dunedain tarzında yazıyorlardı. Dunedain, Tolkien’in Orta Dünya’sında insan ırklarından biri olan Numenor ve Gondor soyundan gelenlere verilen bir isimdi. ‘Yüzüklerin Efendisi’ serisinde adını sıkça duyduğumuz İsildur ve İsildur’un kanını taşıyan Aragorn da Dunedainli idi. Bu özel soy zamanla kendi yazı dillerini geliştirdi ve bu yazı dili de Dunedain lisanı olarak anılmaya başladı. Arnor’dan Gondor’a, Belfalas’tan Mavi’ye kadar her yerde konuşulan ortak lisan da Hobbitler’in tanışık olduğu dillerden biridir.

Hobbitler, okumaya ya da bir şeyler araştırmaya meraklı bir halk değildi, bu nedenle bir şeyler yazmak da onlara hep çok meşakkatli gelirdi; ama bazı Hobbitler vardı ki içlerinde yaşadıkları dünyaya dair büyük bir merak duygusu taşıyorlardı. Bu içi merak ve heyecan dolu Hobbitler’den biri olan Bilbo Baggins’in ‘Gittik ve Döndük’ adlı hikâyesi merakla ve gizemlerle geçen bir maceradan sonra kaleme dökülen bir hikâye olmuştu.

Korkunç bir susuzluğu dev meşelerin altında durup şans eseri bir damlanın boğazına düşmesini bekleyerek söndüremezsin.” (J. R. R. Tolkien, Hobbit)

HOBBİTLER’DE SOSYAL HAYATIN ŞEKİLLENİŞİ

Hobbitler, Shire’da öyle korunaklı ve öyle kendi içlerinde bir yaşayış geliştirmişlerdi ki varlıkları Orta Dünya’nın birçok halkı tarafından hükümsüz nitelikteydi. Orta Dünya’yı bir kral yönetirdi ama Hobbitler görünüşte o krala bağlı olsalar da özlerinde kendi reislerinin getirdiği yükümlülüklere bağlı kalıyorlardı. Onlara göre tahtında oturan kralın kendileri ve dertleri hakkında bir bilgisi yoktu, bu sebeple kralın;  Hobbit halkını yasalarına uymaya zorlamaya hakkı da yoktu. Hobbitler’in yasaları oldukça köklü ve adildi ve bu onlar için yeterliydi.

O zamanlar hem genç hem de yumuşaktım. Artık yaşlı ve güçlüyüm.” (J. R. R. Tolkien, Hobbit)

Hobbitler, demokratik bir halktı, kendi reislerini kendileri seçerlerdi. Reis sadece zor zamanlarda varlığını gösterirdi. Normal zamanlarda her aile kendi işini kendileri yapar, topraklarından ve mülklerinden de kendisi sorumlu olurdu. Shire’ın en seçkin ve en adı bilinen ailesi, hatta sülalesi Took’lardı. Bu nedenle reislik seçimlerine bu aileden üyeler katılırdı, Shirelılar Took’larla geçen reislik günlerini hep refah ve mutluluk içinde geçirdiler. Kötülüğün varlığını unutmaya başladılar. Karanlığın ve onun getirdiklerinin kovuklarından içeriye asla giremeyeceğini düşündüler. Onları görenler de bu küçük halkı korkak ve tembel sandı. Oysaki Hobbitler hayattan zevk almayı seven ama yeri geldiğinde bu zevklerden kolayca vazgeçebilen bir halktı, kimseyle boş yere tartışmaya girmezlerdi ve bir canlının sırf zevk için öldürüldüğü her vahşete karşı dururlardı. Dağlara, nehirlere, ormanlara ve hayvanlara çok aşina olan Hobbitler’i öldürmek ya da topraklarından sürgün etmek de hiç kolay değildi; çünkü bu küçük halk özgürlükleri ve hakları için her daim daha da sıkı kenetlenmeyi çok iyi bilirdi.

Kalabalık aileleri seven Hobbitler için evlilik büyük önem taşıyordu. Bu yüzden evleri ve oyukları genişçe oluyordu. Shire’da bekâr bir Hobbit’e çok ender rastlanırdı. Bir tek Bilbo ve Frodo Baggins’in bekârlığı göze batmıyordu; çünkü onlar büyücülerle ve elflerle dost olmayı başarmıştı, bu garipliklerinin yanında bekârlık hiçbir şeydi.

Garip ve tuhaf Hobbitler’imiz Bilbo ve Frodo dışında birçok Hobbit evinin duvarlarında dalları uzunca çizilmiş soy ağacı resimleri bulunurdu. Bilbo ve Frodo’nun evlerinin duvarlarında ise arkadaşlarıyla yaşadığı anıların izleri bulunurdu.

Bir şey yutar tüm şeyleri/ kuşları, hayvanları, ağaçları, çiçekleri/ kemirir demiri, ısırır çeliği/ un ufak eder sert taşları/ öldürür kralları, harap eder kasabaları/ ve yerle bir eder yüce dağları.” (J. R. R. Tolkien, Hobbit)

Zevklerine oldukça düşkün olan Hobbitler için yemek yemek çok özel bir tutkuydu. Hobbitler için gün yedi öğünden oluşuyordu ve bu öğünler: Kahvaltı, ikinci kahvaltı, öğleye doğru çayı, öğle yemeği, ikindi çayı, akşam yemeği ve sonraki akşam yemeğiydi.

Hobbitler en çok peynir, tereyağı, patates, lahana, mısır ve turp tüketmeyi severlerdi. Akşam yemeklerinde et ve ekmek ise olmazsa olmazlarıydı. Eti, tarlalarından topladıkları taze sebzeler ile haşlar, oldukça lezzetli yahniler yaparlardı. Hanlarda ve eğlencelerde bira içmeyi çok seven Hobbitler’in bu yanı Tolkien’in İngiliz halkının içki kültüründen aldığı ilhamdan gelir.

Mantarlar ve hasadın ilk çilekleri ile dolu olan sepetler de bir Hobbit’in mutfağından asla eksik olmazdı. Derken bütünüyle şaşalamış kimselerin âdeti olduğu üzere Hobbit’e homurdanmaya, başlangıçta onlara büyük keyif veren şey için onu suçlamaya başladılar.” (J. R. R. Tolkien, Hobbit)

HAYATIMIZA VE EKRANLARIMIZA DÂHİL OLMUŞ BAZI HOBBİTLER

Bilbo Baggins, Orta Dünya’nın en önemli büyücüsü Gandalf ile çok yakındır. Erebor yolculuğunda Thorin Meşekalkan’a katılmış ve tüm Orta Dünya’nın kaderini değiştirecek güç yüzüğünü bulmuştur.

Frodo Baggins, Bilbo’nun yeğenidir. Güç yüzüğünü Hüküm Dağı’na götüren ve karanlığı yok eden kişidir.

Samwise Gamgee; güç yüzüğünü Hüküm Dağı’nın ateşlerine götüren Frodo’ya sadakatle ve büyük bir sevgiyle eşlik etmiş ve yüzüğün gücünün etkisine karşı koyamayan Frodo’yu Sauron’un büyüsünden Samwise Gamgee kurtarmıştır. O, Yüzük Kardeşliği’nin en özel kahramanıdır.

Peregrin Took ve Meriadock Brandybuck, Frodo ve Sam ile çıktıkları yolculukta savaşın seyrini değiştirmişlerdir. Entlerle birlikte Isengard’ın yıkılmasını sağlamış, kötülüğün tarafını seçen Saruman’ın gücünü etkisiz kılmışlardır.

Ne demek istiyorsun? Bana iyi sabahlar mı diliyorsun, yoksa sabahın ben istesem de istemesem de iyi olduğunu mu söylüyorsun, yoksa bu sabah kendini iyi hissettiğini veya bunun iyi olunacak bir sabah olduğunu mu kastediyorsun?” (J. R. R. Tolkien, Hobbit)

HOBBİTLER VE MİTOLOJİ

Tolkien; Hobbitler’i ve diğer fantastik-epik türdeki eserlerini kurgularken en çok dalları bin bir çeşit gökte açan mitoloji ağacının farklı çiçeklerinden yararlanmıştı. Mitler ve efsaneler Tolkien’in zihnini o kadar fazla meşgul ediyordu ki aklına gelen her yeni hikâye ve karakter bu yoğunluğun izlerini taşıyordu.

‘Hobbit’ kitabını okurken ve üç filmden oluşan serisini izlerken sıkça karşılaştığımız; Kadim Günler (Kadim Günler, Orta Dünya’da birinci çağın, ikinci çağın ve üçüncü çağın başlangıç günleri olarak bilinir, uzun karanlıktan sonra gelen aydınlık günler Orta Dünya’da her daim kutlanır), güz mevsiminin son mehtabının güneşle kavuştuğu gün olan Durin Günü (Özellikle cüceler, Erabor cüceleri için çok özel bir gündür, dağın kapısı Durin Günü’nün son ışığında açılır) bizlere paganizmdeki özellikle cadılık kültündeki kutsal günleri ve mevsim dönüşlerini hatırlatır.

Cadı mitlerinde ve pagan takvimlerinde adı sürekli geçen Samhain; Tolkien’in de fazla ilgili olduğu Kelt mitolojisinde yeni yılın başlangıç günü olarak kabul edilir. Kelt kültürlerinde ve inanışlarında gün, güneşin batışıyla biter ve yeni gün de bu bitişin ardından hemen başlardı. Yani gün, gece ile birleşirdi. Tolkien’in Durin Günü’nde güzün son mehtabının güneşle birleşmesi, Samhain günü ile paralellik taşımaktadır. Yine, sadece Durin Günü’nde görülen Erabor kargaları, İskandinav ve Germen mitolojisindeki Odin’in kara kuzgunlarının bir yansımasını oluşturur. Bu kuzgunlar da sadece ayın tam dolunay olduğu gecelerde gökteki yerini alırdı ve Odin bu kuzgunları yalnızca bilgelik ve güç ile kutsayacağı kişilere görünür kılardı.

Her ülkenin mitlerinde ve kötülük temalı efsanelerinde olmazsa olmaz karakterlerden olan goblinler, ‘Hobbit’te karşımıza ölüm büyücüsü Sauron’un tarafında olan, para ve altın için her şeyi yapan zalim, gaddar ve oldukça katı yürekli bir halk olarak çıkar. Tolkien’in goblinleri; bazen bir cüce bazen de bir insan boyundadır, vücutları çirkindir, renk olarak ise bazı goblinler yeşil bazısı mavi renktedir. Goblinler güzel olan hiçbir şey ile ilgilenmezler, zekâlarını sadece kötülük ve zenginlik için kullanırlar.

Gerçekten de yaşanan onca şeyden sonra insan oturup ağlasa yeridir.” (J. R. R. Tolkien, Hobbit)

KÖTÜLÜK NE KADAR BÜYÜK OLURSA OLSUN, İÇİ CESARET VE UMUTLA DOLU BİR KALP ONU YOK ETMEYİ BAŞARACAKTIR

Gerçeğin sert köşelerine çarpmayı seven insanlar için fantastik-epik evren hep fazla pembe, fazla yapay görünür. Bu yüzden de bu evrenin içinde dolaşmayı seven ben ve benim gibi insanlar onlar tarafından fazla hayalperest olarak nitelendirilir. Oysaki fantastik dünya, çağın ve zamanın gerçeklerine asla sırtını dönmez. Gerçek dünyada ete ve kemiğe bürünmüş bir kötülük vardır, fantastik evrende ise aynı kötülük bazen bir gölge, bazen bir göz, bazen de ateşle beslenen bir yaratıktır. Ete ve kemiğe bürünmüş kötülük de yıkım ve kaos ister, gölgeden ve gözden ibaret olan kötülük de. Suretler değişir ama eylemler ve amaçlar hep aynıdır.

Gerçeğin ayrımcılığı meslekler, isimler ve bazı isimlere yakınlıklar üzerinedir. Fantastik evrende de bu ayrımcılık tahta oturan krallar, krala yakın olanlar, halkın barış ve huzur dolu günlerini arzulayanlardan çok cebindeki altın kesesinin doluluğunu arzulayanlar üzerinden yapılır. Çiftçi yine tarladadır, Hobbit yine oyuğundadır, cüce yine madenlerdedir ve elf ise halka yaklaşan kötülüğü anlatmak için kitaplar yazmaktadır. Bir şeyler sürüp gider, birileri yükselir ya da düşer ama bazıları hep aynı yerde ve aynı kalır.

Tolkien’in Hobbitler’i, bize yaşadığımız dünyada sürekli empoze edilen; “Sadece büyük insanlar büyük işler başarır, parası ve gücü olmadığı sürece insan bir yere gelemez” baskılarına ve psikolojik şiddetlerine tokat gibi çarpan karakterler…

Bilbo’nun ve Sam’in çok fazla paraları ve güçleri yoktu, onlar adları Orta Dünya’nın hiçbir kitabında geçmeyen, oyuklarında sessizce, kimsenin toprağına sert adımlarla basmadan yaşamayı bilen Shirelı Hobbitler’di ama sonra tek yüzüğü yok etme görevini tek başlarına göğüsleyen, tüm Orta Dünya halklarının kaderini değiştiren cesur Hobbitler oldular ve önceden adlarının asla yazılmadığı kitaplarda da satırları bu sıfatlarla doldurdular. Onların hazinesi; ne altındandı ne de gümüştendi, bu küçük kahramanların yegâne hazinesi kendi kalpleriydi.

Ben, acabaların ve imkânsızlıkların kalbimi ve aklımı fazlasıyla işgal ettiği zamanlarda hep Shirelı bir Hobbit’in hayata karşı nasıl korkusuz davrandığını ve gerçekten inanarak çıkılan bir yolculukta insanın zor sınavlardan geçse bile daima yardım bulabileceğini kendime hatırlatırım ve dilerim ki yazım da sizlere bunu hatırlatmayı başarır.

Ve asla unutmayın ki kötülük ne kadar büyük olursa olsun, içi cesaret ve umutla dolu bir kalp onu yok etmeyi başaracaktır, daima…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar